İlk Göz Ağrısı

"sigaram ve uzlaşasım kalmamış" idi.
Geçtiğimiz Mayıs idi.


Evrim

İkinci kitap Kanser 3 Ekim 2018 Çarşamba günü çıktı.
Birinci kitap Bezirganbaşı gibi, Sub Yayın'dan.
Tersine bir evrim gibi, şu an içinden geçtiğimiz alem gibi, sanaldan gerçeğe, boşluktan kokuya, kokudan renklenmeye, solmaya ve elle sevilmeye, elle yırtılmaya, elle vazgeçilmeye soyunan harfler. 
Nesne.
Nesne, nesnelliği bir kanser gibi taşıyan, özneleriyle şifa bulan. Şifa buldukça yiten ve doğan.
Dirilen.
Yeniden.






   

tedrisat*

katafalkın boşluğuna
fütursuzca ağlıyormuş
gibi yapan bu kalabalık:
ber‘taraf’ın gayrıresmi
biat geçidi -ki bir günah hallice sırat’tan...
elindeki pusulaya inat yolunu
yitirmiş güdük kılavuz: şuur; milli.
gururun yer peşrevi;
kaidesi itinayla hazırlanmış bir put
“...doğruyum, çalışkanım, yasam...”

atlasın en sivri körfezine saplanıp   
yırtılan bir iğdenin
çürümüş teni:

memleketim...


* published in Underground Poetix #10, Oct. 2011



mesafe IV – bük *

depreşir yokolacağın an, varlığın son kez ezildikçe altımda,
asla çıkmayacak bir lekeye bir daha dayanıp, bir daha silemez gibi...
soyu tükeneyazan bir hayvan yavrusu hasret; hasret artık tüysiklet...
“kadınadamkadın”lığa terfi etmiş, telafi edilememiş mesafe...
üçüncü tekil şahıs, şahsen tanımadığım ağır hurafe...
tetkiksiz çıkardığım “gani gani” maden; çepersiz genzinden...

boş bir amfora de ki; insafsızca arakladığım,
karasularına esir maviyurdunun, bir içdenizinden...

ne çok adamın sırtından sökmüşüm bordo tırnaklarını;
ne de kinlenmişim güze, sanki ilkyaz çiçeklerinden ince ince dokunmuş
bir masum taçmışım; babamdan daha anaç, vallahi daha anaçmışım...
billahi boşanıyormuşsun benden barış çubuklarını kemik tabakalara doldurarak,
ciğerinden boşalıyormuşsun boğazıma, bakmışsın içime, hala açmışım;

açıktaymışım...

bir daha bak buğday sevgilim! bak şu halimize! şu halimize bir daha bak! alarga!
tezgahlarda yeni zarlar dokumakla, belalar okumakla dolmaz bu livar, bu bükte.
mahkemelik olduk, -şimdiki- zaman: ellerimden saçlarını kazıyan sepya duvar...
göbeğine geliyorum, nemine indirerek yelkenlerimi, beyaz bikininin tam üstüne; ekru!
gelişim gidişine adanmış sahte latife; bıyık altından güldüren hayasız bir nükte,
gidişin gelişimin sonsuz anemisi; ardamarında kaderin, tükenen alyuvar...



* published in Underground Poetix #5 Mar. 10

dinmeyen sarhoşluk I - yaşam *

ya hani özgeçmişimi yitirdiğim o yeknesak manzumda kazanacaktım geleceğimi,
bitevi şerefli mağlubiyetlerde – mağrur, sığ, esrik; yinelenen bir keşke: Şerefe !
bir tektekçi meyhanesinin önünde terkedecektim kafiyelerimi,
emeğimi esirgeyecektim gayrı, pek de ebeveynce payelenecektim o rant barışından,
velisiz büyüdükçe dizelerim, henüz sağlam bir içorganında yargının -ki hayret verici;
doğuştan esnek bir dedikodunun hantal cambazları gibi; sırım, sırım, sırım! gibi; sırrım gibi
bir oğlan aşık olacağı ilk kadının sarışın olacağını,
sanki esmermiş gibi hatırlayacağını yanında uyanacağı ilk kadının,
ve nihayet bir kumralla evleneceğini
ancak müşterim olduğunda öğrenecekti ve birden tapusunu kaybediverecekti sesinin?

hani bir kızın kızlığa jübilesinde,

çatal / bariton bir dil bulacaktım ya Zülfikar?

ah! ilhamlar benden bilinecekti, ithamlar gövdeme velinimetti hani, gövdeme benim de,
benim de ipoteklenecekti Mayıs?

geride bıraktıklarım ayaklandıkça ben oturup yazacaktım,
ben oturup yazdıkça yayınlayacaklardı; yayacaklardı şiirlerimi...
sözden sözcükten kerpiç; piç boynuzlar gibi bağlayacaklardı kruvaze şehirlerin
aynı odada iki ayrı karyolada büyüyen nemfoman ilik ve kronik zampara düğmelerini...
pek makice kalacaktı istanbul kazan; kepçe kulaklarım,
ve kulaklarımı köklerce geçmiş şiirlerimi yaprak yaprak toplayıp,
seni senden adabıyla istemeye getirecektim Ölüm...



* published in Underground Poetix #8 in Mar. 11

vicdani ret *

yine hicreti müjdeler kıdemsiz nasihatlar, kurmay aklımı nasılsa çelen
sulh malülü bin manga musibet, önünde de bir buluğ üstteğmen
amacımıza düşman belletilen o gavur sarı vahanın, tanrıtanımaz
genç emekli hayratlarını, az rütbeli hoyratlarını, doru dinç atlarını
hiç kuşatmadan, kurşun atmadan teslim alır.

biz karargahta, gündüz nöbetlerinde koyun koyuna uyurken yakalanırız
bile bile yakalanırız yoklamalarda bıraktığımız biz’e, bile bile cezasını.
kör kasaturalarını - bilmem hangi kurtuluş savaşından kalma
bileye bileye - mevcudiyedimizin.

kapanmış her lunaparkın apoletinden sökülen; her ay tutulduğunda,
yıldızlar kadar vazgeçeriz birbirimizden,
miladi yaftalar asılır vicdani reddimizin cılız piyon boynuna.
yakın geleceğimizi üzerine örter nadasa bırakılmış bir satranç tahtası;
teyzemi doğuma, dedemi ölüme yetiştiren taksilerin damalarından,
soluk pazubantlarından unutulmuş takım kaptanlarının; yağmurlu pazarların
dört duvara tam sayfa ilave, bir kararıp bir aydınlanan
çapraz bulmacalarından hatırladığım

soldan sağa kaydıkça captain black ağzında, bafra yukarıdan aşağıya filtresiz taşar
karadenizin uyluğundan uyruksuz şiirler yazarım gözlerin, hep gözlerin için.
şehirli bir nargilenin ser’inden, grek yüzünün biriçimsu helen ıslağına
zamansız düşer bir lumpen karpuz kabuğu; sana yüzer benliğim. benliğim; paris’in…



2002-2008

* published in Underground Poetix #4 Nov. 09


ayrılık*

kasıklarında çarpışmadan düşmüş bir şehrin lejyoner devriyeleri intikalde, izliyorum…
traşsız yüzümü ısırıyor el gibi aşinalığın,
evet biliyorum; dinecek bir gün ağrısı işgalin, sicim gibi birbirinden çözülen, birbirine bağlanan üşengeç gözyaşların asıl şimdi özgür, dilin asıl şimdi ehliyetsiz,
sorgularda artık gerçek intihar hikayeleri anlatır, vazgeçilen.
(s)özde susuzluğumuzu da söndürür zaman ve rivayetler.

evet biliyorum, kısır dölyatağında son umutlarımızın, böyle sevişmemiz yanlış.
yanlışlar seçilmiş doğruları kendi karakolların(d)a götürür, yanlışlar hükümdar.
doğuştan mülteciyiz bu ürkek fanusta, biz gırtlak gırtlağa öpüştükçe
okyanusta bayındır kimliklerimiz soğuk damgasız,
resimsiz kalır.

silinir tek dansımızdaki ayağıma basmaktan korkar hali yüzünün
sahaflardaki koyu kumral atlasların haklı gösterişinden,
kirpiklerinin hamarat sahiplenişi bağımsız filmlerin tenha fuayelerini
henüz sınırlarına abanılmamış başka bir ilin
gözlerine bağışlanır.

alışmak erken ölmeyi gerektirir biraz, ölümse -geç olsun güç olmasın- alışmayı,
taşınmayı haşa!! dövmesiz omuzlarda, hiçbir başrole iliştirilmemiş
bir figüran sorumluluk misali, hafifçe.
sonra güneş doğar, diplomalar önce müfredattan kalkmış kaf dağının ardından,
kafesini özleyen, vatanında sürgün bir masal kuşu
sebepsizce ısınır…



* published in Kirpi Şiir #4 June 2010

Yazar